Rakamlara dayalı açıklamalarda her zaman "bilimsel kuşkuyu diri tutma" gerektiğini söylüyor ve yazıyorum. Böylesi bir kanıya sahip olmanın üç nedeni var: Birincisi, ülkemizde rakamların güvenilir yöntemlerle hesaplama eksikliği ve üzerinde gittiğimizde rakamlarda gözlediğimiz büyük sapmalar. İkincisi de, hesaplama yöntemlerini bilmediğimiz rakamları sıralamanın ve analizlerde kullanmanın açıklamaları saptırma etkileri. Üçüncüsü, rakamların "sonuçlar" olduğunu, sadece sonuçları analiz etmenin doğru karar üretiminde yeterli olamayacağını, mutlaka "süreçlerdeki gelişmeyi" de gözlemek gerektiğini yaşayarak öğrenmiş olmamız.
Rakamların "önemsiz" olduğu iddiasında değilim. Rakamlara abanarak, niteliksel analizlerden kaçınmanın bir entelektüel korkaklık olduğu kanısının zihnimde iyice pekiştiren deneyim ve birikimlerimdir.
Bu ayın başında 3 Mayıs 2014 günü Afyonkarahisar'da Tüm Kuruyemiş Sanayicileri Derneği (TÜKSİAD) Genel Kurul toplantısına katıldım. Başkan Muammer Çaputçu'nun ve diğer konuşmacıların değerlendirmelerini özenle izledim. Gördüm ki, kuru gıda üretenlerin ve ticaretini yapanların sorunları da, diğer sektörlerin sorunlarından çok farklı değil...
Ezgi Başaran' ın 5 Mayıs 2014 günü Daron Acemoğlu ile yaptığı görüşmenin metnini okudum. Ünlü ekonomistin " Kurumsal orta gelir tuzağı" kavramını çok tuttum. Bugünün Türkiyesi'nin baş belası olan "vasatlığı" bundan daha güzel anlatacak bir kavramı şu aşamada bilmiyorum.
Ülkemizde fındığından incirine, antepfıstığından besni üzümüne, Gediz Vadisi'nin sultanı kuru üzümünden yer fıstığına, ayçiçeği çekirdeğinden Malatya kaysısına, cevizden mürdüm eriğine çok değişik kuru gıdalarımız ve kuru yemişlerimiz var.
TÜKSİAD Genel Kurulu sonrasında neler düşündüğümü, yanılabilme özgürlüğünü anabildiğine kullanarak sizlerle paylaşmak istiyorum.
Öncelikle,genel kurulda söz alanların hemen hepsinin altını çizdiği gibi, "Tarımsal üretim rakamlarının doğru olmaması" büyük belamız. Ne rekolte rakamlarımıza güvenen var, ne de hayvan sayısı ile ilgili açıklamalara... Herkesin güvensizlik belirttiği bu rakamlarla, "öngörme ve önlem alma disiplinine" uyulabilir mi? Söyleyenin niyetlerine göre değişen rakamlara ya da metodu açıklanmayan hesaplamalarla ciddi yatırımlar yapılabilir mi?
Çok ivedilikle kuru yemiş sektöründe de " dinamik envanter" sorununu çözmeliyiz. Bir seferberlik mantığı ile bu işin üzerine gitmezsek, her geçen gün dünyadaki konumumuzu yitireceğiz, bunu herkes beynine nakşetmeli.
İkincisi, "ürünlerimizi tanıma" konusunda zaafımız var... Örneğin, depolama koşullarına ilişkin TÜBİTAK MAM adına açıklama yapan uzman arkadaşın verdiği bilgiler karşısında şaşkınlığım arttı...Birçok ürünümüz geleneksel depolama ve ambalajlama sisteminde bir süre sonra değerlerinin önemli bir bölümünü yitiriyor. Kurutabildiğimiz bütün gıdaların depolama ve ambalajlama koşullarını herkesin iyice öğrenmesi gerekiyor. Kuru gıda sektöründe depolama altyapısına ciddi yatırımlar yapılmasına ihtiyaç var... Depolardan önce ise her ürünümüzün hangi koşullarda depolanması ve hangi yöntemlerle ambalajlanması gerektiğini analiz etmeye, gerekli koşulları sağlamaya doğru hızla ilerlemek zorundayız. TÜBİTAK'in başlattığı çalışma önemli,ama çalışma alanını genişletecek destekleri vermek,kadroları sağlamak, sonuçları da yasa ve yönetmeliklerle yaşam biçimi haline getirmek koşuluyla. Alışkanlıkla iş yapma kuru gıda sektöründe de alabildiğine yaygın, analizle iş yapma aşamasına hızla geçmeliyiz...
Üçüncüsü, depolama sistemi eksikliği kadar finansal sistemin eksiklikleri .Siyasi irade, kamu bürokrasisi,üretici, sanayici ve sivil insiyatiflerle birlikte sorunu ele alarak neleri yapabileceğimizi, neleri yapamayacağımızı netleştirmeliyiz. Üreticinin malını depolama imkanı yoksa, hasat mevsiminde elden çıkarma zorunluluğu varsa, tüccar bu durumu bilerek malın değeri üzerinde oynayabiliyorsa orada üretimi geliştiremeyiz. Üretimde bugünkü küresel gerçeklere uygun bir örgütlenmenin önünü açmazsak, kuru gıda sektöründe de sorunlarımızın büyüyeceğini söylemek bir kehanet olmaz.
Dördüncüsü, kuru gıda maddelerine ilişkin "kamu kaynaklı desteklerin" mutlaka ürün-odaklı anlayışla yeniden ele alınması gerek. Tarladan-sofraya, ürünün geçtiği bütün aşamaları dikkate alan hasat, kurutma, ayıklama, boylandırma,işleme, ambalajlama, lojistik, tanıtım-tutundurma gibi...Haksız rekabet yaratan etkenlerin giderilmesi, rakiplerdeki gelişmelere göre alternatif tepki stratejileri dikkate alınarak "geliştirici teşvik sistemi" tasarlamak gerekiyor. Bu konuda merkez düşünce," Ürünü geliştiren ve rakiplerle şans eşitliği yaratan destekler" olmalı. Teşvikleri "garip üreticiyi koruma" mantığından ele alanlar, dünya rekabetini gözardı edenler, üretici ve ülke iyiliğine değil, kötülüğüne çalışır.
Beşincisi, tamamen sektörün iç meselesidir. Kuru gıda konusunda iç örgütlenmede belli bir düzeye gelinmiştir. Bu açamadan sonra örgütlenmenin derinleştirilmesine ihtiyaç var: Dünya kuru gıda sektöründe eğilimleri analiz ederek, hiç olmazsa üç yılda bir tekrarlanan çevre analizi yapılarak üyelerle paylaşan bir örgütlenmeye gidilmelidir. Ülkemizdeki üreticilerin kapasite, teknik olanaklar, kurutma,ayıklama ve işleme koşullarında neler yapması gerektiğine ilişkin bir "öz denetim mekanizması" işletilebilirse herkesin yararına olur. Fiyatlandırma konusunda, birbirimizin ayaklarına kurşun sıkma alışkanlığını aşmamızı sağlayacak önlemleri başkaları değil, sektör mensupları belirlemek zorundadır. Kamu yönetimi karşısına geleneğe dayalı ve güncel olmayan bilgilerle değil, küresel pazarın ihtiyacı olan bilgilere dayalı analizlerle ve somut verilerle desteklenen önerilerle çıkılmalıdır...
Bir ülke elinin menzili altındaki kaynakları etkin değerlendiremezse kalkınamaz... Kuru gıda ürünlerimiz elimizin menzilindeki kaynaklarımızdır; alışkanlıklarımızla, ezberlerimizle değil, dünya genelindeki gelişmelerin yeni ihtiyaçlarına göre, gerekli önlemleri alarak küresel piyasada var olmalıyız.
Kaynak: http://www.dunya.com/mobi/author_article_detail.php?id=155899